İYON GEZGİNLERİ PROJESİ
Her şey bir Ağustos akşamı İzmir Bostanlı’da RakıRokaBalık masasında başladı. Ben, Hakan KILAVUZ, Ahmet M.YÜM ve Hulusi SAM dört arkadaş güzel bir Ağustos akşamının hakkını verirken ikinci kadehleri yuvarladıktan sonra Hakan, şişedeki cini çıkardı.
Bir projem var dedi. Önümüzdeki günlerde 12 iyon kentini gezelim, dolaşalım, piknik yapalım. Sonra oturalım bunları yazalım. Ama gezmeye başlamadan önce okuyalım, çalışalım, o gezi için bir tema ve o gezi için bir koordinatör seçelim dedi. Eh cin şişeden çıkmıştı bir kez. Biz de tamam dedik. Ama Hakan projenin güme gitmemesi için herkesin onayını kendi sesinden cep telefonuna kaydetti ki ertesi gün kimse “ Ben sarhoştum “ demesin.
İşte böyle başladı her şey. Program yapıldı, gezilerin temaları, gönüllü koordinatörleri, tarihleri belli oldu. İlk gezimiz 5 – 6 Aralık 2009 da olacaktı, programda üç iyon kenti Teos, Lebedos ve Kolophon vardı, temamız Diyonisos Sanatçıları idi. Gel gör ki evdeki hesap çarşıya hava durumu da bizim programa uymadı. İzmir’in yağmurlarından kapı dışarı çıkamadık.
Ama öyle kolay pes etmek yoktu. Ocak ayının 10 u gibi yaptığımız rutin buluşmaların birinde ilk gezinin adını – tarihini- koyduk ve yağmur yağsa da gitmeye karar verdik. Bu gezinin koordinatörü sevgili Hulusi SAM 15 Ocak 2010 akşamı bize kısa bir seminer verdi. 17 Ocak 2010 sabahı da yola düştük. Meteorolojinin kuvvetli sağanak yağış vermesinin aksine pırıl pırıl güneşli bir bahar havası vardı.
Seferihisar / Sığacıktan Akkum ve Çamlık yolunu izleyerek 8 km mesafedeki Teos Antik Kentinin önüne park ettik araçlarımızı. Ören yeri Allaha emanet. Ne bir tel örgü, ne bir bekçi güvenliği sağlayacak hiçbir önlem yok. Giriş (!) teki panodan kısa bilgileri okuyoruz, elimizde internetten sağladığımız kroki ile panodaki krokiyi karşılaştırıyoruz.
Tam karşımızda Dionysos Tapınağının kalıntıları duruyor. Hakan bir sütunun üzerine çıkıp bilgi veriyor.
Her şey bir Ağustos akşamı İzmir Bostanlı’da RakıRokaBalık masasında başladı. Ben, Hakan KILAVUZ, Ahmet M.YÜM ve Hulusi SAM dört arkadaş güzel bir Ağustos akşamının hakkını verirken ikinci kadehleri yuvarladıktan sonra Hakan, şişedeki cini çıkardı.
Bir projem var dedi. Önümüzdeki günlerde 12 iyon kentini gezelim, dolaşalım, piknik yapalım. Sonra oturalım bunları yazalım. Ama gezmeye başlamadan önce okuyalım, çalışalım, o gezi için bir tema ve o gezi için bir koordinatör seçelim dedi. Eh cin şişeden çıkmıştı bir kez. Biz de tamam dedik. Ama Hakan projenin güme gitmemesi için herkesin onayını kendi sesinden cep telefonuna kaydetti ki ertesi gün kimse “ Ben sarhoştum “ demesin.
İşte böyle başladı her şey. Program yapıldı, gezilerin temaları, gönüllü koordinatörleri, tarihleri belli oldu. İlk gezimiz 5 – 6 Aralık 2009 da olacaktı, programda üç iyon kenti Teos, Lebedos ve Kolophon vardı, temamız Diyonisos Sanatçıları idi. Gel gör ki evdeki hesap çarşıya hava durumu da bizim programa uymadı. İzmir’in yağmurlarından kapı dışarı çıkamadık.
Ama öyle kolay pes etmek yoktu. Ocak ayının 10 u gibi yaptığımız rutin buluşmaların birinde ilk gezinin adını – tarihini- koyduk ve yağmur yağsa da gitmeye karar verdik. Bu gezinin koordinatörü sevgili Hulusi SAM 15 Ocak 2010 akşamı bize kısa bir seminer verdi. 17 Ocak 2010 sabahı da yola düştük. Meteorolojinin kuvvetli sağanak yağış vermesinin aksine pırıl pırıl güneşli bir bahar havası vardı.
Seferihisar / Sığacıktan Akkum ve Çamlık yolunu izleyerek 8 km mesafedeki Teos Antik Kentinin önüne park ettik araçlarımızı. Ören yeri Allaha emanet. Ne bir tel örgü, ne bir bekçi güvenliği sağlayacak hiçbir önlem yok. Giriş (!) teki panodan kısa bilgileri okuyoruz, elimizde internetten sağladığımız kroki ile panodaki krokiyi karşılaştırıyoruz.
Tam karşımızda Dionysos Tapınağının kalıntıları duruyor. Hakan bir sütunun üzerine çıkıp bilgi veriyor.
“Teos'daki en önemli yapı Dionysos Tapınağıdır. Teosluların baş tanrısı Dionysos adına antik dünyanın en büyük Dionysos Tapınağı Teos'ta yapılmıştır. Kentin batısında, surların hemen içindedir. İlk kez 18. yüzyılda İngilizler tarafından kurulan Society of Dilettanti Kurumunca kazılmış, bunun ardından girişimci bir İzmirli, bir mermer ocağı kurarak, tapınağı işyerine dönüştürmüştür. 1924 yılında Fransız arkeologlar kazıları yeniden başlattıklarında, temellerden başka pek az parça kaldığını gözlemlemişlerdir. 1964-1965 yıllarında da Türk arkeologları Y. Boysal ile B. Öğün bu kazı ve araştırmaları devam ettirmişlerdir. Günümüze kalmış olan kaide, sütun başlığı ve diğer üstyapı parçalarının yeniden dikilmesi ile geçici bir anastylosis yapılmıştır. Kazılarda tapınak ile sur duvarı arasında taş döşemeli bir sokak ortaya çıkarmışlardır. Sokağın ortasında, bir su kanalı boylu boyunca devam etmektedir. Tapınak ve tiyatro arasındaki alan da temizlenmiş, burada konutların yanı sıra yine akaçlı, dar bir sokağa rastlanmıştır.Anakayanın düzleştirilmesiyle oluşturulan ve doğudan 12, batıdan 5 basamakla yükseltilen bir podyum üzerine yerleşmektedir. Anakaya üzerine moloz taş dolgu yapılarak alt yapısı oluşturulmuştur. Tapınağın doğu tarafında bir sunağa ait olduğu düşünülen kalıntılar yer almaktadır.Boyutları 7.30 x 38.46 m. ve cella uzunluğu 100 ayaktır. Kısa kenarlarında altı, uzun kenarlarında on bir sütun bulunur. Samos’taki Hera tapınağıyla benzerlikler göstermekle birlikte İyon düzeninde bir tapınaktır.
Yapı iki sütunlu derin pronaosu ve iki sütunlu dar opisthodomosu ile Pytheos'un Priene'deki Athena Tapınağına çok benzemektedir. Dionysos Tapınağının mimarı Prieneli Hermogenes'tir. M.Ö. 2. yüzyıl başlarında inşa ettiği tapınak, olasılıkla onun ilk önemli yapıtıdır. Augustus Döneminin ünlü mimari Vitruvius, tapınağın Hermogenes tarafından, eustylos ilkelerine göre yaıldığını belirtir. Eustylos ilkelerinde sütunlar arasındaki açıklık, sütun alt çapının 2,25 katına eşit, sütun yüksekliği, genişliğinin 9,5 katıdır. “
Tapınaktan sonra doğuya yöneldiğimizde bir yamaca yerleştirilmiş tiyatro kalıntılarını görüyoruz. Oturma sıralarının taşlarının Sığacıktaki evlerin yapımında kullanıldığı tiyatronun üst tarafına tırmanıyoruz. Ne amaçla kullanıldığı bilinmeyen tonozlu tüneller karşımıza çıkıyor. Gurubun bir kısmı aşağıda sahne bölümümde Hakanın verdiği bilgileri dinliyor. Manzara muhteşem ova ve güney limanı ayaklar altında.
Hakan anlatmaya devam ediyor;
“M.Ö. 2. yüzyılda yapılmış olan tiyatro akropolün güneybatı ucundadır. Tiyatro, Dionysos Sanatçılarının yurdu için özel bir önem taşır. Tiyatro, Akropol tepesinin güney yamacına, doğal eğimi kullanarak kurulmuştur. Eğimin yetersiz olduğu durumlarda tonozlu geçitler yapılmıştır. Sahne binası mimari elemanları korunmuş olmasına rağmen cavea’ya ait bloklar tahrip olmuştur. Tiyatronun orkestra çapı 20 m. cavea çapı ise 60 metreye yakındır. Oturma basamaklarının sayısı belli olmamakla birlikte, yüksekliği 34 cm. genişliği 60 cm. boyutlarındadır. Tiyatro yakınında bulunan mimari elemanlar sayesinde, Helenistik dönemde İyon düzeninde skenesi olduğu, Roma döneminde ise İyon ve Korinth düzenlerinin kullanıldığı iki katlı scaenae fronsa sahip olduğu söylenebilir. Tiyatro, Helenistik dönemde yapılmıştır. At nalı şeklindeki planı ve yamaç eğimini kullanması sebebiyle Helenistik özellikler göstermektedir. Roma Çağı'nda sahne binası büyütülmüştür. sahne binası genişletilmiş ve cavea’yı yükseltebilmek için altına tonozlu geçitler (vomitorium) yapılmıştır. Dolayısıyla Roma tipindedir. Son kazılar sırasında temizlenen sahne çok iyi korunmuştur. Oyuncuların temsil verdikleri sahnenin derinliği 4.27 m.yi bulur.Seyircilerin oturma yerinden kentin ve denizin görünüşü ile Teos tiyatrosu, doğa ile uyum içinde olan Hellen tipi tiyatro yapılarına güzel bir örnektir. Teos tiyatrosundan manzara, çağımız yazarlarını coşkulu bir hayranlığa sürükler. Buradan bütün ören yerini, limanı ve Myonnesos burnuna dek uzanan kıyıyı görmek mümkündür. "Böyle bir manzarayı görmek" der Hamilton, "Agamemnon ya da Medeia oyununu izleyen bir insanın duyduğu keyfi nasıl da arttırmıştır." Asia Minör in Ruins (Kalıntılar İçinde Anadolu) adlı eserinde Ximinez, daha da ileri gider: "Bir tiyatronun yerleştirileceği konumu seçerken Yunanlılar ilk ağızda, bakacakları manzarayı göz önüne alırlardı." Kanımca, bu yanlış bir yargıdır. Çoğu Yunan tiyatrosunun güzel bir manzaraya sahip olduğu bir gerçektir. Ancak, bu durum tiyatroların yamaca inşa edilmesinden ve Yunanistan ile Anadolu topraklarının doğal güzelliğinden kaynaklanır. Aynı manzara, yılın her günü, üstelik bir tiyatrodakine oranla daha iyi bakış açılarından izlenebilir. En azından alt sıralarda oturanların görüş açısının, sahne yapısı ile kesilmesi kaçınılmazdır. Üstelik antik tiyatrolarda sunulan oyunlar yılın belirli günleri ile sınırlanmış özel olaylardır ve insanlar öncelikle bir oyunu izlemek amacıyla buraya gelirler. Yaşamları boyunca gördükleri manzarayı bir dakika bile düşünmeleri olası değildir. Dahası, böyle bir görüntüden etkilenecekleri de kuşkuludur. Deniz ve kıyı, dağlar ve mavi gökyüzü, Yunanlıların yaşadıkları ülkeler göz önüne alındığında, sıradan özelliklerdir. Onlar bizim için çekicidirler, ama Yunanlılar sulak ve verimli ovaları yeğ tutmuşlardır. Seyircilerin oturma yerleri (auditorium) bütünüyle tahrip olmuştur. Özellikle Bizans döneminde büyük tahribat görmüş olan bu tiyatronun oturma taşları kale yapımlarında kullanılmıştır.Değişik bir özellik, proskeniondaki taşkın blokların, birtakım künklerle yataylamasına delinmiş olmasıdır. Birbirlerine bağlanmayan künklerin işlevini belirlemek kolay değildir. Akustiği desteklemek amacıyla yerleştirildikleri öne sürülmüş ise de böyle bir olasılık çok uzak gözükmektedir. Bilindiği gibi, Yunan tiyatrolarında akustik, her zaman kusursuzdur. Ayrıca, antik çağda akustiğin güçlendirilmesi için, izleyicilerin oturduğu bölüme ses yansıtan çanaklar yerleştirilmiştir. Yazılı kaynaklarda, bu çanakların bronzdan yapılması, on üç adet olması, dördüncü ya da beşinci aralıklara ayarlanması ve caveanın çevresine, yatay bir sıra oluşturacak biçimde, baş aşağı durumda yerleştirilmesi öğütlenir. Bugüne değin, antik tiyatroların hiçbirinde bir bronz çanak saptanmamıştır, ama olasılıkla aynı işleve yönelik toprak kaplar ile kimi kez karşılaşılmaktadır.”
“M.Ö. 2. yüzyılda yapılmış olan tiyatro akropolün güneybatı ucundadır. Tiyatro, Dionysos Sanatçılarının yurdu için özel bir önem taşır. Tiyatro, Akropol tepesinin güney yamacına, doğal eğimi kullanarak kurulmuştur. Eğimin yetersiz olduğu durumlarda tonozlu geçitler yapılmıştır. Sahne binası mimari elemanları korunmuş olmasına rağmen cavea’ya ait bloklar tahrip olmuştur. Tiyatronun orkestra çapı 20 m. cavea çapı ise 60 metreye yakındır. Oturma basamaklarının sayısı belli olmamakla birlikte, yüksekliği 34 cm. genişliği 60 cm. boyutlarındadır. Tiyatro yakınında bulunan mimari elemanlar sayesinde, Helenistik dönemde İyon düzeninde skenesi olduğu, Roma döneminde ise İyon ve Korinth düzenlerinin kullanıldığı iki katlı scaenae fronsa sahip olduğu söylenebilir. Tiyatro, Helenistik dönemde yapılmıştır. At nalı şeklindeki planı ve yamaç eğimini kullanması sebebiyle Helenistik özellikler göstermektedir. Roma Çağı'nda sahne binası büyütülmüştür. sahne binası genişletilmiş ve cavea’yı yükseltebilmek için altına tonozlu geçitler (vomitorium) yapılmıştır. Dolayısıyla Roma tipindedir. Son kazılar sırasında temizlenen sahne çok iyi korunmuştur. Oyuncuların temsil verdikleri sahnenin derinliği 4.27 m.yi bulur.Seyircilerin oturma yerinden kentin ve denizin görünüşü ile Teos tiyatrosu, doğa ile uyum içinde olan Hellen tipi tiyatro yapılarına güzel bir örnektir. Teos tiyatrosundan manzara, çağımız yazarlarını coşkulu bir hayranlığa sürükler. Buradan bütün ören yerini, limanı ve Myonnesos burnuna dek uzanan kıyıyı görmek mümkündür. "Böyle bir manzarayı görmek" der Hamilton, "Agamemnon ya da Medeia oyununu izleyen bir insanın duyduğu keyfi nasıl da arttırmıştır." Asia Minör in Ruins (Kalıntılar İçinde Anadolu) adlı eserinde Ximinez, daha da ileri gider: "Bir tiyatronun yerleştirileceği konumu seçerken Yunanlılar ilk ağızda, bakacakları manzarayı göz önüne alırlardı." Kanımca, bu yanlış bir yargıdır. Çoğu Yunan tiyatrosunun güzel bir manzaraya sahip olduğu bir gerçektir. Ancak, bu durum tiyatroların yamaca inşa edilmesinden ve Yunanistan ile Anadolu topraklarının doğal güzelliğinden kaynaklanır. Aynı manzara, yılın her günü, üstelik bir tiyatrodakine oranla daha iyi bakış açılarından izlenebilir. En azından alt sıralarda oturanların görüş açısının, sahne yapısı ile kesilmesi kaçınılmazdır. Üstelik antik tiyatrolarda sunulan oyunlar yılın belirli günleri ile sınırlanmış özel olaylardır ve insanlar öncelikle bir oyunu izlemek amacıyla buraya gelirler. Yaşamları boyunca gördükleri manzarayı bir dakika bile düşünmeleri olası değildir. Dahası, böyle bir görüntüden etkilenecekleri de kuşkuludur. Deniz ve kıyı, dağlar ve mavi gökyüzü, Yunanlıların yaşadıkları ülkeler göz önüne alındığında, sıradan özelliklerdir. Onlar bizim için çekicidirler, ama Yunanlılar sulak ve verimli ovaları yeğ tutmuşlardır. Seyircilerin oturma yerleri (auditorium) bütünüyle tahrip olmuştur. Özellikle Bizans döneminde büyük tahribat görmüş olan bu tiyatronun oturma taşları kale yapımlarında kullanılmıştır.Değişik bir özellik, proskeniondaki taşkın blokların, birtakım künklerle yataylamasına delinmiş olmasıdır. Birbirlerine bağlanmayan künklerin işlevini belirlemek kolay değildir. Akustiği desteklemek amacıyla yerleştirildikleri öne sürülmüş ise de böyle bir olasılık çok uzak gözükmektedir. Bilindiği gibi, Yunan tiyatrolarında akustik, her zaman kusursuzdur. Ayrıca, antik çağda akustiğin güçlendirilmesi için, izleyicilerin oturduğu bölüme ses yansıtan çanaklar yerleştirilmiştir. Yazılı kaynaklarda, bu çanakların bronzdan yapılması, on üç adet olması, dördüncü ya da beşinci aralıklara ayarlanması ve caveanın çevresine, yatay bir sıra oluşturacak biçimde, baş aşağı durumda yerleştirilmesi öğütlenir. Bugüne değin, antik tiyatroların hiçbirinde bir bronz çanak saptanmamıştır, ama olasılıkla aynı işleve yönelik toprak kaplar ile kimi kez karşılaşılmaktadır.”
Tiyatronun en üst sırasını ve tünelleri aştığımızda yüksekçe bir düzlüğe çıkıyoruz. Burası kentin Akropolünün yer aldığı Kabakır tepesi. Akropol ile ilgili bir kalıntı yok sadece Arkaik Tapınağa ait kalıntılar görülebiliyor.
Gönüllü rehberimiz Hakan anlatmaya devam ediyor.
“Teos ören yeri bazı bakımlardan, olağandışı özellikler gösterir. Kent, bir yarımada yerleşmesi tipindedir. Fakat akropolis burunda değil, yarımadanın ortasında, gerek kuzey gerekse güney limanlara yaklaşık 1.5 km. uzaklıkta bulunan Kabakır tepesinin üzerinde yer alır. Akropol’de yüzeyde görülebilen en önemli kalıntı bir tapınağa aittir. Akropol’de anakayanın yüzeye yakın olması sebebiyle, yoğun bir yerleşme tabakasına rastlanmamıştır. Buluntular sayesinde buradaki yerleşimin ancak MÖ. 4. ve 5. yüzyıllarda arttığı görülmektedir. En eski surlar akropolis tepesindedir. Çokgen örgülü duvarın bazı kalıntıları günümüze gelmiştir. Ancak kalıntılar bitkilerle kaplandığından, küçük bir kısmı görülebilmektedir. Kyklopik tarzda yapılan duvarlar hakkındaki tarihsel bilgiyi Herodot’tan öğreniyoruz. MÖ. 545 yılındaki Pers istilasında, Pers komutanı Harpagos tarafından yaptırılan yığma tepeler sayesinde Teos’un surları aşılabilmiştir.”
Çevremizi elimizdeki kroki ile tarıyoruz. Gymnasium, bulleterion ve odeona ait olabilecek kalıntıları arıyoruz ama görünürde bu yapılara ait bir kalıntı yok. Bulunduğumuz noktadan kentin güney ve kuzey limanlarını izleyebiliyoruz.
Elimizdeki kroki ile dolaşırken bir mandalina bahçesinden geçiyoruz, Gymnasiuma ait olabileceğini düşündüğümüz kalıntıları görüp mandalina ağaçlarında hasat sonrası kalan mandalinalarla ara öğün yapıyoruz.
“Teos ören yeri bazı bakımlardan, olağandışı özellikler gösterir. Kent, bir yarımada yerleşmesi tipindedir. Fakat akropolis burunda değil, yarımadanın ortasında, gerek kuzey gerekse güney limanlara yaklaşık 1.5 km. uzaklıkta bulunan Kabakır tepesinin üzerinde yer alır. Akropol’de yüzeyde görülebilen en önemli kalıntı bir tapınağa aittir. Akropol’de anakayanın yüzeye yakın olması sebebiyle, yoğun bir yerleşme tabakasına rastlanmamıştır. Buluntular sayesinde buradaki yerleşimin ancak MÖ. 4. ve 5. yüzyıllarda arttığı görülmektedir. En eski surlar akropolis tepesindedir. Çokgen örgülü duvarın bazı kalıntıları günümüze gelmiştir. Ancak kalıntılar bitkilerle kaplandığından, küçük bir kısmı görülebilmektedir. Kyklopik tarzda yapılan duvarlar hakkındaki tarihsel bilgiyi Herodot’tan öğreniyoruz. MÖ. 545 yılındaki Pers istilasında, Pers komutanı Harpagos tarafından yaptırılan yığma tepeler sayesinde Teos’un surları aşılabilmiştir.”
Çevremizi elimizdeki kroki ile tarıyoruz. Gymnasium, bulleterion ve odeona ait olabilecek kalıntıları arıyoruz ama görünürde bu yapılara ait bir kalıntı yok. Bulunduğumuz noktadan kentin güney ve kuzey limanlarını izleyebiliyoruz.
Elimizdeki kroki ile dolaşırken bir mandalina bahçesinden geçiyoruz, Gymnasiuma ait olabileceğini düşündüğümüz kalıntıları görüp mandalina ağaçlarında hasat sonrası kalan mandalinalarla ara öğün yapıyoruz.
Bu arada hakan Antik Teos tarihini anlatıyor.
“Teos, tarihin ilk İyon kenti idi.Küçük Asya Tarihi adlı eserin yazarı Sari Teksiye, Teos'u M.Ö. 2000 yıllarında Akalar'dan kaçan Giritliler tarafından kurulmuş olan bir Karya şehri olarak gösterir. M.Ö. 1190 yıllarında Dorlar'ın önünden kaçan Akalar ve bazı Yunan kavimleri Batı Anadolu sahillerine göçmeye başladılar. Teos'un Boiotia'daki Orkhomenos'tan (Teselya) Dionysos'un oğlu Athamas başkanlığında gelen Minyas halkı tarafından M.Ö. 1080 yıllarında kurulduğu anlatılır. Kafile çok iyi karşılanmıştır. Minyas halkını Kodros'un sayısız oğullarından Apeküs önderliğindeki İyonyalılar ile Atinalılar izlemişlerdir. Böylece yerlileri azınlıkta kalan Teos, Karya şehri olmaktan çıktı ve İyon şehri oldu.Teos, hızlı bir şekilde gelişmiş ve çok geçmeden halkının büyük bir bölümünü Phokaia'ya ve Efes'e gönderecek duruma gelmiştir. Teos'u önce Lidyalı'lar, daha sonra Persler istila etti. Persler M.Ö. 545'te İyon kentlerini alınca, Teos halkı Thrakia yönüne yelken açtı ve orada Abdera kentini kurdu. Abdera, 5. yüzyılda yaşamış iki ünlü filozof olan Protagoras ile Demokritos'un vatanı idi. Burası daha önce klazomenai'li Timesios tarafından kurulmuş, fakat yerleşilmemiş bir kolonidir. Teoslular kente yerleştikten sonra Timesios'un adını ölümsüzleştirdiler. Abdera, en tanınmış Teos kolonisi olmasına karşın Teoslular'a bir itibar sağlamamıştır. Kolonistlerin çoğu kısa bir süre sonra ana kente geri döndüler. Göçe rağmen ilk günlerdeki zenginlik hızla yeniden kazanıldı. M.Ö. 494 yılında Teos, Lade Savaşına on yedi gemi gönderecek düzeye yükselmişti. Delos Birliği'ne altı talent vergi ödeyen Teos, bu tutarla İyonya kentlerinin en varsılları arasında yerini aldı. Varlığını deniz ticaretine borçluydu kuşkusuz. Bu evrede Smyrna bir köy durumuna düşmüş, ticaretten Smyrna'ya gidecek payı da Teos kapmıştı. M.Ö. 304 yılında bütün İyonya bir depremle sarsıldı. Belki bu olayın sonucunda Antigonos, Lebedos halkını Teos'a taşımayı ve iki kenti, bir kentin çatısı altında kaynaştırmayı önerdi. Antigonos'un bu "synoikismos" ile ilgili tasarıları, Seferihisar'da ele geçmiş uzun bir yazıtta korunagelmiştir. Fakat 302'de Antigonos, Teos'u Lysimakhos'a kaptırıp ertesi yıl da bir çarpışmada ölünce, tasarılarının hiçbiri yürürlüğe girmedi. Lysimakhos'un başka düşünceleri vardı; kısa süre önce kurduğu Yeni Ephesos kenti için insan gerekiyordu. Teos ve Lebedos yurttaşlarından bazıları oraya gönderildi.Romalılar'ın Anadolu'ya hakimiyetinden sonra Teos M.Ö. 218-204 arasında Bergama Kralları'na bağlı kalmıştır. Diğer Ionia kentleri gibi Teos da Pergamon Kralı I. Attalos’a vergi veriyor ve Bithynia savaşı giderlerine katılıyordu. Bu yüzden Pergamon krallığı hakimiyetindeki kent maddi ve manevi açıdan sorunlar yaşıyordu. Seleukos Kralı III. Antiokhos, Karia’daki Ptolemaios hakimiyetine son vermek için çıktığı Batı seferinde, İyonya kıyılarındaki bazı kentlerle işbirliği içine girmişti. Teos, MÖ. 204-190 yılları arasında Seleukoslar’ın hakimiyetinde kalmıştır. M.Ö. 204-202 yılları arasında gerçekleşen kısa süreli seferler sırasında Teos, Seleukoslar ile işbirliği yapmıştır. Antiokhos dönemiyle birlikte kent, ekonomik ve politik açıdan değişime uğradı. İyonia’da Seleukoslar’a bağlı tek kent olan Teos, çevresindeki Pergamon krallığına bağlı İyon kentleri (Kolophon, Notion, Lebedos ve Klazomenai) tarafından kuşatılmıştı. Teos, Suriye’den İyonia’ya kadar uzanan Seleukos Krallığı’nın uç savunma ve ticaret kenti olarak önemini korudu.M.Ö. 194 yılında önemli bir savaş olur. Bu dönemde Antiokhos ile Romalılar kıyılar üzerindeki egemenlik uğruna mücadele etmektedirler. Teos halkı kralın orduları için bol miktarda erzak toplamışlardır. Bunun içinde beş bin küp de şarap vardır. Durumu öğrenen Roma amirali hemen Teos'a dümen kırar; kentin gerisindeki kuzey limanına demirleyerek Teos arazisini yağmalamaya başlar. Teoslular Romalıların bu hareketlerinden yakınınca komutan, iki seçenek koyar önlerine: Ya Antiokhos için toplanan erzak kendisine bırakılacak ya da onlara düşman gibi davranılacaktır. Kent halkı, seçenekler üzerinde görüştükten sonra komutanın dileğine uymayı kararlaştırır. O sırada, krallık donanması da birkaç kilometre güneydeki Makris (bugün Doğanbey) Adası önlerinde seyretmektedir. Romalıların girişimlerini öğrenen krallık donanması komutanı, onları limanda kıstırmayı tasarlar. "Çünkü" der Livius, "iki burun körfezin ağzını o derece daraltmaktadır ki iki gemi aynı anda harekete geçip ilerleyemez." Livius'un bu sözleriyle gerçekleri abarttığı kesindir. Liman girişi aslında 804.7 metredir. Yine de iki burnun ardına gizlenip rüzgâra karşı dışarıya çıkmaya çalışan Roma gemilerine saldırmak iyi bir fikirdir ve başarıya ulaşma olasılığı vardır. Ancak, uygulamaya geçilmeden önce, Romalı amiral şarap ve diğer erzağın gemilere yüklenebilmesi amacıyla, donanmayı kentin önündeki güney limana kaydırmanın daha yerinde olacağını düşünür. Adamları erzağı, özellikle şarabı almak üzere kıyıya çıktıklarında, krallık donanmasının saldırıya hazırlandığı duyulur. Büyük bir panik meydana gelir. Romalı denizciler müthiş bir kargaşa içinde geri çağrılır ve gemilere doluşurlar. Livius yaşanan sahneyi, ansızın çıkan bir yangına ya da bir kentin düşüşüne benzetmiştir. Kargaşayı izleyen çarpışmada, Roma donanması üstünlüğünü kanıtlar ve hemen ardından Antiokhos, barış yollarını boş yere aramaya başlar. Aslında bu, Teos'un tarih sahnesinde oynadığı son roldür, çünkü Roma eyaletinin kurulmasıyla kent, bir daha olayların akıntısına giremeyecektir.Büyük İskender Teos'u bir kanalla İzmir Körfezi'ne bağlamayı tasarlamıştı.M.Ö. 17 yılında Roma İmparatoru Tiberyus'un devrinde Ege'de şiddetli depremler başladı. Bu depremler aralıklı olarak iki yüzyıl kadar sürdü. Bütün Ege şehirleri yardımlaşarak yıkılanları tamiri, yaralıları sarmaya çalıştılar ise de deprem üstün geldi. Şehirler yıkıldı, ahali deprem bölgesini terke mecbur kaldı. İşte Teos bu suretle harabe haline geldi. “
Mandalina bahçesinden çıkıp erken çiçeğe kesmiş badem ağaçlarının arasından ılık bir güneşin altında Teos’u terk ediyoruz. Bir sonraki durağımız Lebedos.
Teos’u tamamlayıp Lebedos’a geçmeden önceleri Teos’ta yerleşen daha sonra Lebedos’a sürgün edilen Dionysos Sanatçıları hakkında da ben bilgi vereyim.
“Teos’luların ana tanrıçası bir adla değil birçok adla anılmaktadır. Dionysos, Bakkhos, Bromios, Euhios, Dithyrambos ve başka metinlerde de İakkhos ve İobakkhos.Hiçbir Olympos tanrısı bu kadar çok adla anılmaz. Çok adlılık Anadolu ana tanrısı Kybele ve onun benzeri Artemis’te görülür.Dionysos’un adları anlamlıdır. Dionysos bugün tam olarak açıklanmış değilse de Dio ve Nysos diye iki kökten oluşmuştur. Dio ( Dio, Dia, Dii) kökeni taşımakta ve bu köken Latince Deus’ta görüldüğü gibi Tanrı anlamına gelmektedir. Buna Nysa eklenince Nysa Tanrısı anlamını almaktadır. Nysa İda benzeri efsane bir dağdır. Anadolu’nun birçok yerinde Teselya da, Mısır da Makedonya da giderek Hindistan ve Arabistan’da da Nysa dağları vardır. Anadolu’da bu adı taşıyan birkaç dağ ve Aydın yöresinde Sultanhisar da Nysa adlı antik kent bulunmaktadır.Euhios, Bakkha’lar alayının kırda, bayırda kendinden geçmiş olarak tanrı coşkusu içinde koşarken bağırdığı “ Euhoy” ya da “Euhay” seslerinden türemedir.İakkhos ise çığlık anlamına gelen “iakkhe” sözcüğünün erkek adına çevrilmesidir.Bromios’a gelince açıkça bir ses benzetmesidir ve gürleyen, gümbürtülü anlamında bir sıfattır.Dionysos coşkusu, yani şarap ve sarhoşluk insanları içinde yaşadıkları kalıpların baskısından da kurtardığı için bu tanrıya Yunanca “ Eleutheros” hür, özgür, özgürlük veren sıfatı takılmış, Roma dininde de Dionysos’un Latince adı tam bu anlama gelen “ Liber “ olmuştur.Dionysos dışarıdan gelme bir tanrıdır. Hem yabancı hem de Helen pantheonuna aykırı düşen bir tanrıdır. Dionysos bir Lydia – Phrygia tanrısıdır. Homeros destanlarında açıkça Asia diye anılan yöreden gelmedir. Bakkha’lar korosunun ilk sözüğ “ asya topraklarından geliyorum.” Ve “ Tmolosu aştım.” Deyimi tanrının kendini tanımlamasına tıpatıp uygundur. “ Ben Lydia’nın altın ovalarından geliyorum.” Daha sonra da “ Vatanım Lydia’dır” der Dionysos. Kılığı kıyafeti, tavırları bu bölgenin özelliklerini taşır.. Davul, dümbelek, tef ve flüt Asya bölgesinin törelerindendir. Dionysos şöyle der Bakkhalara “… alın Phrygia’dan getirdiğimiz davulları, anamız Rhea ile benim için icat edilmiş davulları…” Bu Rhea denilen tanrıça Manisa dağı eteklerinde kayalara oyulmuş ana tanrıçadan başkası değildir.Dionysos bir doğa tanrısıdır, topraktan fışkıran bitkileri ve bu bitkiler arasında insanı en çok etkileyenleri, yaşamına yön verenleri simgeler. Dionysos her bakımdan doğaya dönüktür ama onun simgelediği asıl büyük kuvvet doğanın kendisi değil insanla doğa arasındaki bir ilişki, insanı doğanın sırlarına erdiren büyülü bir güçtür.Dionysos bu ereğe varmanın yolunu herkes için ve kolay açar: Bu yol şarap ve sarhoşluktur. Asma kütüğünün yeryüzüne yayılması ile uygarlığın buğdaydan sonraki aşaması gerçekleşmiştir.İnsan ancak şarabı elde ettikten sonradır ki yaratıcılığın kökeninde bulunan değişim yapma gücüne kavuşmuştur.Euripides’in son tragedyası İÖ V. Yy da Dinonysos dininin Yunanistanda ne kadar yaygın ve tutunmuş olduğunu gösterir. Bütün insanlara seslenen Dionysos tapımı bir halk dini olmuştur. Karakafalıların ve Pentheus gibi yarım alıllı yobazların kovmaya çalıştıkları bu tanrı binbir işkenceyle daha da yücelerek ilkçağda İsa Dinine örnek olmuştur.Bektaşiliğin ve günümüze kadar gelen ve yaygınlığını yitirmeyen başka tarikatların kaynağında da ilk çağın Dionysos dininin bulunduğu herkesçe görülen ama geniş bir araştırma yapılmadığı için gün yüzüne çıkmamış bir gerçektir.Teos'un baş tanrısı Dionysos'du. Dionysos'a gösterilen büyük saygı, İ. Ö. 3. yüzyıl sonlarında kentin itibarını büyük ölçüde arttırmıştı. Teos, Dionysos Sanatçılarının Batı Anadolu koluna merkez seçildi; toprakları kutsal ve dokunulmaz sayıldı. Sözünü ettiğimiz Dionysos Sanatçıları tüm Yunan dünyasında düzenlenen tiyatro ve müzik şenliklerine paralı sanatçılar sağlayan bir profesyonel oyuncular ve müzisyenler loncası idi. Dionysos Sanatçıları'nın diğer önemli merkezleri, Yunanistan'da Atina ve Tebai, İtalya'da Syrakusa ve Mısırda Ptolemais kentlerinde bulunmaktaydı.
Teos'daki merkezin yanı sıra bir çok kentte de yakın çevreye hizmet götüren ve tragedya, komedya, müzik, şarkı ve başka dallarda yapılan yarışmalarda ödül için boy ölçüşen yöresel şubeler kurulmuştu. Tiyatronun daima Dionysos'un koruması altında bulunması yüzünden, Dionysos Sanatçıları yalnız profesyonel değil, aynı zamanda dinsel bir topluluk niteliği taşıdılar ve vergi bağışıklığı ile can güvenliği başta olmak üzere, her yerde tanınan bazı evrensel haklardan yararlandılar.
Her şubenin kendine özgü bir düzeni vardı ve bağlı olduğu kentten geniş ölçüde özerk bir yapıya sahipti. Sanatçılar birliği ile söz konusu kent arasında ilişkiler özel bir anlaşma ile düzenleniyordu. Ne var ki Sanatçıların kolay insanlar olmadığını herkes bilir. Toplumun asla göz ardı edemeyeceği Dionysos Sanatçıları da kendilerini aşırı derecede önemsediler; bu yüzden adları sorun yaratan bir topluluk olarak kötüye çıktı. Philostratos onları, çok saldırgan bir grup sözcükleri ile tanımlar ve güçlükle bir düzene sokulabildiklerini söyler. Aristotelesin problemlerinden biri, Dionysos Sanatçıları neden kötü insanlardır? sorusuna ayrılmıştır. Düşünürün önerdiği çözüm, Sanatçıların çoğu zaman kuralsız bir yaşam sürdürdükleri ve sanatlarını sanat için değil, ekmeklerini kazanmak için yaptıkları, böylece bilgeliğe erişme çabalarına adayacak hemen hiç zamanların kalmadığı yolundadır.
İonia'daki loncanın tarihçesi, bu yargıyı hiçbir şekilde çürütmez. Başlangıçta her şey iyi gider. Teoslular bir talent değerinde bir arazi satın alıp, iyi dilekler ve dualarla Dionysos Sanatçılarına armağan ederler. Fakat çok geçmeden kavgalar başlar ve giderek sıklaşır. İ. Ö. 152'de patlak veren isyan sonucunda Dionysos Sanatçıları kentten kovulur. Sanatçılar Efes'e taşınmak zorunda kalırlar. Anlaşılan, Sanatçılar orada da pek sevilmemişlerdir. Pergamon Kralı II.Attalos onları Myonnesos'a gönderir. Bunun üzerine Teoslular Romalılar'a başvurarak kendi haklarının, sınırlarındaki başka bir kente verilmesinden yakınırlar. Sanatçılar bu kez Lebedos'a götürülürler. Sonunda iyi karşılandıkları bir yer bulmuşlardır. Çok az nüfusa sahip Lebedos, elindeki insan gücünü arttıran her türlü katılıma kucak açmaktadır. Ancak Marcus Antonius bir gün onlara Priene'ye taşınmalarını emreder. Neyse ki Kleopatra yararına yapılan bir çağrıdır. Kısa bir süre sonra Dionysos sanatçıları, Lebedos'a dönerler.....”
Yazı ve Fotoğraflar:
Dr.M.Cengiz TÜMER
Sevgili Kardeşim.
YanıtlaSilBu yazı süper birleştirici ve bilgilendirici olmuş. Benim önceki yazılarımdan alıntıladığın kısımları benim yazılarımdan tamamen silersen, onlardan tekrar tekrar yararlanıp yineleme çıkmazına düşmeyelim. Ben de yazımı yazmadan önce bu yazıyı okudum.